11 July 2009

Fantastik Yatak Örtüleri


Blog'uma istemediğim bir ziyaretçi akını olur diye korkarak yazıyorum ama yazmadan edemeyeceğim..

Altı üstü kırmızı yatak takımını neden bu kadar pahalı derken, gözüme ilişen "Ağına Düşür" başlığı beni cidden ağına düşürdü ve detaylarına baktım.. Meğerse bildiğimiz yatak takım takımlarından değilmiş bu takımlar. Her biri ayrı bir fantastık.. Bakarken manken canlandırmalarını atlamayın, onlar da ayrı komik.. Bir göz atın derim :)

05 July 2009

Hüseyin Bey Cafeteria




Duvarda BJK Çarşı yazmasa, Amsterdam gibi görünen bu yer, aslında Göksu nehrinin Boğaz'a bağlandığı noktaymış..




Oldukça tenha bir ara sokakta tebeşirle , kara tahtaya yazılan menü hoşuma gitmiş olsa da, kapısında manzarası hakkında en ufak bir ipucu vermeyen Hüseyin Bey Cafeteria pek bir keyifli, orası da bir başka Istanbul.. Sanki her bölümü başka bir şehir bu Istanbul'un..

Video Oyunları Hafızayı Güçlendiriyor


Genelde keyif almadığım ve vakit kaybı olduğunu düşündüğüm video oyunlarının da faydası araştırmalarca ispatlanmış. Okuduğum yazıya göre video oyunu oynayan insanların hafızasının güçlendiğine ve oyun oynamayanların doğru hatırlama oranı %30'lardayken, oynayanların %80'e çıktığı bulunmuş..

Nasıl faydacı bir insansam, seveceğim bir oyun bulmak için yanıp tutuşuyorum.. :)

30 June 2009

Verita Dilim Meyve: Tembellere Meyve


Sebze & meyve reyonunda gezip, keşke görevliler isteyince burada yıkayıp soysalar diye düşünürken, hayallerim kısmen gerçek oldu.. Tembellere yıkanmış, dilimlenmiş meyveler hazırlamışlar.. Adına da Verita Dilim Meyve koymuşlar.

Ufak plastik kutulara dilimleyip, yıkayıp koymakla kalmamış, hatta bir de çatalcık iliştirilmişler. Her şey düşünülmüş, geriye sadece yemesi kalıyor..

22 June 2009

Yeni Sevgilim: Tripit


Tripit'e seyahet organize edici mi desek, seyahat içerikli sosyal ağ mı desek ne desek bilmiyorum ama yeni keşfettim çok seviyorum..

Kullanmak için bir yerler gitmek istiyorum veya gitmek istiyorum, giderken de kullanmak istiyorum :)

14 June 2009

Galata Şenlikleri


Cuma günü, Galata Şenliklerinin açılışı vardı.. Her sene Galata kulesinin altında yer alan şenlik bu sene Galata Derneğindeydi ve benim bundan açılışta yer alan Viyola Piyano Resitali ile haberim oldu.. Cuma günü iş çıkışı uçarak Galata'ya gidildi ve Aslı Demirağ ve Kerem Bahar'dan çok güzel bir resital dinlendikten sonra dönüldü..

Bu "Gitme" ve "Dönme" durumunun arasına sıkışan zaman dilimi, bana Istanbul'u bir kere sevdirdi.. Galata'da yürürken yaşanmışlığı, kendine has duruşu, daha önce adım atılmamış sokaklardan yürümenin verdiği turistik heyecanı, dik yokuşlardan inerken yaşattığı adrenelini, tarihi bir bina içindeki resitali beynim keyifli günler defterine tüm detayları ile kaydetti..

Dinlerken de hayatı düşündürdü: Hayatta hep en sevdiğimiz şeyleri seçip onlar arasında gidip gelmek istiyoruz ya, aslında piyanonun "en sevdiğimiz" iki , üç notası arasında gidip gelmeyi istemek gibi bu.. Hayat da, en kalından, en inceye farklı notalar arasında gidip gelmedikçe bir müzik oluşturmuyor.. Hayatın müziğini hissedebilmek için, doğru notaları yan yana getirmek ve hissederek çalmak gerekli sanırım.. Bunu yaparken de, kendi notalarını derinden hisseden bir viyola ile çok daha renkli, keyifli ve güçlü olacağına da şüphe yok sanırım...

10 June 2009

İniyor, çıkıyor..




Heyecanla bekleyişler, kısa zamanda geçen tepe noktasından tekrar aşağıya iniyor.. Sonra tekrar çıkıyor ve tekrar iniyor.. Düşerken attığın çığlıklar ve çıkarken karnına giren kramplar bir bakmışsın ki, hayatının düzenli bir parçası olmuş..

06 June 2009

Entertainbul


Entertainbul yeni hayatımıza giren yaşam sitelerinden.. Henüz beta olmasına ve eksikleri olmasına karşın, ufak detaylar özen gösterildiğini hissettirdi.. Benim kanım kaynadı..

31 May 2009

"Çok Büyük"


Geçtiğimiz günlerde bir doğum gününü daha geride bıraktım.. İlk defa biraz panik oldum.. Şu anda olduğum yaşta olan insanların "çok büyük" olduğunu düşündüğüm zamanlara lanet olsun.. Şimdi ben de mi "çok büyük" bir insanım.. Hayır değilim!!
Zaman değişti; artık daha büyükler "çok büyük".. diye kendime bir koruma kalkanı örsem de; bu kalkanın içine ilk defa ışık sızdı ve daha da yakınıma geleceğini hissettirdi..

Belki bu histen, belki de zaten bu sürece girdiğimden bilinmez, ölçüldü; tartıldı; ertelenenlerin yapılmasına karar verildi.. Atılacak ve saklanılacaklar ayıklandı.. Ve ilk başta evle ilgili yıllardır ertelenenlere el atıldı.. Doğum günümden bir gün sonra, ustalar annemin "sağ baştan say" komutu ile eve adım attı..

Şu an ben de dahil olmak üzere her yer boya, alçı, sıva ama artık kokmuyor; korkutmuyor, yoluna girmek üzere.. Ayrıca boyacıların alaycı ve meraklı bakışlarına aldırmadan, "boyanmaz" mutfak dolaplarını boyadım pek mutluyum!

Not: Bunları söylemeden de edemeyeceğim; Koçtaş'ta hiç bir şey yok! Kriz önlemi olsa gerek, ürünlerin devamı yok; önceki senelere göre çeşit yok. Ayrıca neden bilinmez, satış elemanları bir kızgın..
- Tahta boyası var mı?
- Yok! (Daha neler, der der bir bakışla..)

23 May 2009

Trafik Kazası Sonrasında Yapılması Gerekenler


Dün geçirdiğim , ufak trafik kazası sonucunda uygulamada -bilinmesi gerektiği halde- bilmediğim bir dolu şey öğrenmek durumunda kaldım.. Özellikle kız arkadaşlarımın aklının bir köşesinde durması için sıcağı sıcağına paylaşıyorum

- Arabanızda polis çağırmadan olayı evraklaştırmanız için gerekli olan koçanlardan bulundurması,
- Koçanı doldururkan, altta kalan kopyaya üstteki yazıların tam geçtiğinin kontrol edilmesi,
- Özellikle imzaların okunaklı olmasına dikkat edilmesi,
- Koçanı karşılıklı doldurduktan sonra iki tarafta birbirinin trafik poliçesinin; ruhsatının; ehliyetinin fotokopilerini alması,
- Kaza anının fotoğrafını çekmesi gerekiyor..

Arabayı ancak yukarıdaki evraklarla servise götürdüğünüzde işlem başlayabiliyor..
Bu evraklar tamamsa, exper geliyor gerekli gözlemleri yapıyor ve kaskonuz işlemi başlatıyor..

Bunların hiç birine vakıf olmayan ben; Çiftkurtlar Oto'nun desteği ile hepsini öğrendim... Ayrıca kaza sonucunda uzlaşılamaz ; tartışma çıkar veya karşı tarafta alkol kullanımı gözlenirse de hemen polis çağırılması önerisini de eğitimime eklediler..

Sonuç: Şimdilik parça bekliyoruz.. Sonra da arabayı..

20 May 2009

Eurovision 2009 Hadise'si


Bu sefer sonucu belliydi; o vardı ; bu vardı; şarkı, performans, kıyafet iyiydi kötüydü bunları geçelim..

İnsan girdiği yarışmada ilk 5'e girmeyi hedefler mi??? Zaten ben ilk 5'e girmeyi istiyordum diye sevinir mi.. Şaşkınlık içinde izledim...

Popüler gündemleri blog'uma taşımayı sevmiyorum ama bu sonuca olan tepkimden veya eleştirimden değil, şarkının kalitesini tartıştığımdan değil kafa yapısının beni soktuğu hayretten yazma gereği duydum.. Birinci olacağına inanmadan insan nasıl birinci olabilir.. Konu sonuç değil; birinci olmayı her seyden cok isteyecek kadar hırsla, dikkatle ve özenle çalışılsa da kazanılamayabilir ama hedefleri küçük tutmak, özensizlik ve özgüvensizlikten başka bir şey değil..

Ayrıca, başarısızlığı sindirmeyi o kadar iyi öğrenmişiz ki, bunun sıkılmadan, utanmadan hatta sevinçle paylaşabilecek kafalarda insanlarca temsil ediliyoruz ve eminim ülkeye döndüklerinde havaalanlarında pankartlarla bekliyoruz..

Bu şekilde dört rakamını sevmeye devam edelim; bir rakamına da ancak "seneye inşallah" diye kart atarız..

06 May 2009

MSN Bannerları


Bir süredir , meslektaş bir çok arkadaşım gibi ben de MSN reklamlarında rol alıyorum.. Görüp şaşıranlara, görmeyip merak edenlere, sevenlere, sevmeyenlere duyurulur:)

17 April 2009

Her Şeyi Bilen Kadın


Uzun süredir gördüğüm en güzel proje.. Aklınızda bir nesne tutuyorsunuz ve herseyibilenkadin biliyor.. Benimkini bildi gerçekten!! Çok eğlenceli!!! Hemen deneyin!

08 April 2009

Obama Yonja.com'daydı





Dün Obama'nın üniversite öğrencileri ile yaptığı söyleşi Yonja'da canlı olarak yayınlandı. Dijital kanalların kullanımı takdir etmeyi bir kenara bırakın, bu kadar global oyuncunun da varolduğu bir pazarda, lokal bir siteden bu kurgunun çıkması ve iletişimin kurulması adına gurur duydum... Emeği geçen herkese saygılarımı iletiyorum..

Sandalye Değiştirdim


Bugün ilk defa sandalye değiştirdim.. En son 5 yıl önce oturduğum öğrenci sandalyesinden kalktım ve hepsine ters olan diğer sandalyeye oturdum ve konuşmaya başladım... Ben kimdim, 5 yılda neler oldu, yaptığım işi nasıl yorumladım, şirketçe ortaya çıkarttığımız işlere nasıl yaklaştık, nelerden faydalandık ilk başta ben anlattım onlar dinledi; sonra onlar sordu ben cevapladım..

İş hayatından, peşi sıra gelen toplantılardan alışkın olduğum, karşındakinin ne düşündüğünü kavrama yetim , yeni girdiği ortama yenik düştü ve ne düşündüklerini, keyif alıp almadıklarını tam çözemedim ama hiç konuşmadıklarından ilgi duyduklarını anlamalıymışım, reklam yönetimi dersinin sahibi hocaları bunu söyledi..

Çok değişik bir deneyimdi, benim de sormak istediklerim vardı ama kısıtlı zamanda bulunduğum sandalyeden hepsini hayata geçirecek fırsatım olmadı..

Onu bunu bir tarafa koyarsam: bu sandalye mevzusu benim için tamamen bir keyifti, umarım karşı sandalyeler de aynı keyfi almıştır..

03 April 2009

Güneş Düştü




(Ben yazana kadar bir daha haftasonu oldu ; geçen haftadan kalan bir yazı olarak okuyunuz..:)

Bir süredir gri renkle olan zoraki beraberliğimizin hiç sonuna gelmeyeceğini düşünmeye başlarken, şehre sonunda güneş düştü... Güneşin düşmesiyle insanın içinde uyanan, deniz kenarında olma, boğazda, parkta, bahçede,çimde oturma, yayılma, güneşi içine sindirme arzusunun evrensel bir arzu olduğunu , Bebek yokuşunun neredeyse Etiler’den itibaren tıkalı olmasıyla bir kez daha tecrübe ettikten sonra Bebek Kahve’de Cumartesi günü başladı ; burada bir çaylık oturduktan sonra Happily Ever After’da devam etti..

Happily Ever After, yanında bulunan Milagro’nun kapanmasıyla, genişleyerek denize de bakan bir cehpe edinerek, bu hafta benim adıma Bebek’in favorisi oldu desem abartılı olmaz... Açık renk dekorasyonu ve yiyecek ve içeceklerin güzel sunumu ile insana huzur veriyor ve sanırım insana kimi zaman sadece huzur yetiyor... Kalabalıktan ötürü geç gelen siparişleri; içeriden dışarı sandalye çıkartılmaz kurallarını pek takmayabiliyorsun... (Pancake ile gelen kocaman nutella kavanozunun da , bunları kafaya takmamakta katkısı var mıdır diye sorarsak, cevabım “evet”) Akşamları ise, çok çeşitli bir menü sunmamakla beraber, içerisinden bir şeyler bulunması muhtemel sade bir çeşitlilik var denilebilir. Bu çeşitlilik içinde, aynı yemeği sipariş eden iki arkadaş olarak, ben yediğim ette tam olarak damak tadımı bulamasam da, arkadaşım etini oldukça beğendi... Ben ise, beyaz dekorasyonun verdiği huzur; güzel bir şarap içmenin memnunluğu ve Bebek’te bir mekanın –belki de şimdilik- akşam sakin olabilmesinin verdiği tadı çıkartmakla meşguldum

Zaten haftasonu, başka bir noktasında “sakin” kelimesine bir daha da rastlamadan, kendi şehrini istila eden İstanbul süvarileri ile otopark; taksi; oy; bilet; köprü; dondurma sırasıyla geçti ve hatta üzerinden 1 saat daha geçti; işten çıkınca aydınlık olan bir hafta başladı...

25 March 2009

Facebook: Amanın!



Facebook'daki uyarıya çok güldüm!
Amanın! Bir sorun oluştu :)

24 March 2009

Suya Sabuna Dokunmadan Genetik Değişim


Gelişimini tamamlamaya çalışan bir ülkede, paranın, refahın, düzenin, teknolojinin, eğitimin , yolların, medyanın, insanların, alışverişin sürekli değişimde olduğu bir dönemin insanları olduk diye duymaya aşina olduğumuz bir giriş ile başlıyorum çünkü bir sabah uyandığında bahçesinde bir iş makinesi görmüş ve garipsemeden perdeyi kapatıp içeri girmesini garipsemiş bir insanın yazısı okumaya başladınız..

“Her şey olabilir” bunu o kadar içimize sindirdik ki, DNA’mızı inceleseler uyum genin bir jenerasyon öncesine göre “aslanlık” mertebesine eriştiği göreceğiz muhtemelen. O sebeple artık daha kolay mı güdülüyoruz sorusunu sormadan edemiyorum. Önümüze sunulan modaya ; yaşam tarzına; teknolojiye; ürüne; servise alışmamız o kadar kısa zaman alıyor ki, sorgulayacak fırsatı bulamıyoruz.. “Ama ben şort giymeyi sevmem ki” ; “ama ben slider telefonlardan hoşlanmam” ; “ben bu işlemi call center’dan değil, şubeden yapmak istiyorum” gibi kişiye özel dirençleri bile pek göstermiyoruz çünkü bünyemiz direnç için göstereceği enerjiyi, özümsemeye harcayarak olayı çözüyor sanki...

Ve baştaki soruya geri dönersem: Bu sebeple artık daha kolay mı güdülüyoruz? Bence evet.. Fazla düşünmüyoruz, her şeye alıştığımız ve her şeyin bir alternatifini bulabildiğimiz için siyasi; ekonomik kararlar ve popüler etkileri daha kolay sindiriyoruz; bize uymuyorsa karaborsada uyanını buluyoruz. Youtube kapandıysa, vtunnel’dan giriyoruz; diziport’un erişimi engelliyse worldwideweb demiyoruz oluyor bitiyor ama cehaletinizden utanın diye yetkileri sıkıştırmıyoruz; karşılarına dişli bir gazeteci ile çıkmıyoruz gibi...

O sebeple seçimlerden önce , siyasi birikimimiz ve medya başarımıza inancımla; ne olacaksa olsun şehre gelecek her şeye uyum sağlayacağımıza; orada burada isyan etmeyeceğimize emin olarak, 2010 Nobel Ödüllerine: Suya Sabuna Dokunmadan Genetik Değişim projesi ile Türkiye’yi aday gösteriyorum. Şansın bol olsun Türkiye...

23 March 2009

Twitter


Bu ara en sevdiğim: Twitter

22 March 2009

Antalya


Az önce bir çocukluk arkadaşımın, facebook profilinde Antalya'da balkonda çekilmiş bir resmine rastladım.. Çocukluğumun Antalya'ya denk gelen yarısında bir yere dokundu resim.. Resimden havanın derecesini; rüzgarın şiddettini; sessizliği ve arada gelen ufak vızıltıları hayal edebildim.. Ailelerimizin yaptığı programlarla şehri tanımaya başlayıp, büyüyene kadar kendimiz de şehirle olan ilişkimizi pekiştirerek , (apayrı şeyler yapsak da) ne kadar ortak bir şeyi yaşamışız şimdi anlıyorum.. Hepimizin, balkon kahvaltıları, akşam yemekleri, arkadaşlarla denize gitme programları, Işıklar Caddesinde yürüme fasılları, Mystic Pizza oturmaları, Ayla Bijuteri'den aldığı tokalarla ve şehrin hala bakir kalmasının verdiği tarifi zor bir hisle sevgili olmuşluğu var..

Şimdi hemen hemen hepimiz, başka bir sevgiliyleyiz.. Genelde daha meşhur, daha büyük, daha zengin, imkanları, fırsatları daha geniş sevgililer seçtik kendimize ama yine de doymayan bazı duygular için, geçmişe dönüp balkonda güneşin kemikleri ısıttığı, tatlı bir rüzgarın yüze değdiği ve amaçsızca oturmanın rahatsızlık vermediği günleri hayal ederek yeni sevgilileri aldatıyoruz...

15 March 2009

Bekir Çoşkun'dan

Bekir Çoşkun'dan yine etkilendiğim bir yazı.. Adı: Geç kalmış çiçekler

Zaman zaman aklıma gelen muzurlukları artık yapamayacağımın farkına vardığımdaki hissi anlatmış.. Okumayanlara bir fırsat bulduklarında yavaş yavaş okumalarını tavsiye ederim..

13 March 2009

Saklambaç


Bugün iş yerinde aklıma yeni jenerasyon bir oyun geldi.. Aslında oyunun kendisi kesinlikle yeni jenerasyon değil, oynanış biçimi yeni jenerasyon, adı ise Saklambaç

Tercihen iş yerinde ortak kullanıma açık folder'lara aynı anda tüm oyuncular girer; ebe ve oyuncular "Kale" Folder'ında beklerken, ebe 10'a kadar sayar, o arada herkes kendi adı ile oluşturduğu dosyayı folder'lardan birine saklar... Ebe bulduğu kişiyi "Kale" folder'ına taşır ve taşınan kişi bir sonraki ebe olur..

İşte belki de çocuklarımız böyle saklambaç oynar:)

11 March 2009

Maslak'ta Ne Yesek?


İstanbul'un metrekare başına en çok döpiyes ve takım elbise düşen semti Maslak'ta yemek alternatifleri... diyerek yazmaya başlayan Timeout, bu ay Maslak'da ne yesek sorununu ele almış.. Alkış alkış!!!

04 March 2009

Google Latitude



Google Latitude ile arkadaşlarının nerede olduğunu harita üzerinden takip edebilecekmişiz... Servis yakında Türkiye'de de kullanılacakmış.. Tabi ki, ben yine korktum.. Ve düşündükçe, ilerleyen yıllarda yeni nesil ilişki sorunları olacağını, yalanın yetenek ve teknolojik yetkinlik arasında bir noktada söylenebileceğini düşündüm.. Güldüm.. Her şey hızlı değişiyor...

Pimp My Shoe


Her şeyi kişiselleştirme sevdasında olan benim, görür görmez çantamdan telefonumu bulmaya çalışıp, bulur bulmaz da davrandığımı Pimp my Shoe etkinliği.. Boyalar, ayakkabılar, havalı sanatçılar bir arada olunca çok çekici görünen ama ayağına geçirme sürecinde düşündüren bir durum.. Yalnız dikkatinizi çektiyse, küçüklüğümüzün "bilekli" Reebok'ları geri dönmüş..

26 February 2009

Yaratıcı Kartvizitler


Lego'nun kartvizitlerine bakıp hayran kalmışken.. Devamını getirmek isterseniz, 51 tane yaratıcı kartviziti görmek için tıklayın

Lego Kartvizitler


Kartvizit alışverişini eğlenceli hale getirmenin en güzel yolunu sanırım LEGO bulmuş!

Den Cafe


Nişantaşı'nda çok tesadüfen karşıma çıkan Den Cafe'ye bayıldım diyebilirim.. Kocaman camları, sade dekorasyonu ile beraber içeride huzur olduğunu çok inanarak söyleyebilirim.. O yüzden yemekleri; içecekleri gibi detayları anlatmayacağım. O kadar huzurlu ki, çok yemek seçeneği olmasa bile umrunuzda olmayacağına eminim..

Bir gün öğleden sonra yayılıp, dergi, kitap, laptop üçlüsü içinde mest olmayı istiyor ve aynı zamanda vakti olanlara da tavsiye ediyorum...

Nerede olduğunu sitesinden sitesinden öğrenebilirsiniz..

25 February 2009

Vanminut

Bayıldım.. Vanminut.com 'dan satın alabilirsiniz :)

24 February 2009

Tanışma Yıl Dönümü


Kelimeleri 00:00'a kadar yetiştirmek istedim ama ne kadar özenirsen o kadar yetişmiyor.. Kelimelerin, benim için ne kadar özel olduğunu anlatmasını istedikce, ne yazsam eksik kalıyor..

O yüzden hisleri boşverip, neler olduğunu anlatmaya karar verdim:

- Bugün seninle ilk tanıştığımız gün...
- Sanırım tanışma sebebimiz , 5 yaşında bilinçsiz bir çocuğun ailesine kardeş istediği üzerine yaptığı baskı...
- Tanışıklığımızın ilk aylarından itibaren, benimle oyun oynamayacağın gerçeği ile yüz yüze gelmiş bir abla...
- Daha sonra oyunlarımı bozan, tüm şekerleri benden önce bitiren, Barbie'lerimi değişik yerlere saklayan, sık sık kaybolduğu veya uyuyakaldığı için ablası tarafından her yerde aranan ; paralel telefondan konuşmalarımı dinleyen bir baş belası...
- Zaman ve koşullara göre, çeşitli yöntemlerle intikam alan bir abla....

... diye giderken... nasıl oldu bir anda en yakın arkadaşım oldun ben de bilmiyorum..

Başkasının kardeşi olsan çok kıskanırdım; iyi ki benimsin; iyi ki benimlesin; iyi ki doğdun...

Tanışma yıldönümümüz kutlu olsun..

Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun..

23 February 2009

Mini Kaçamak...


"Belki akşam Antalya'ya giderim" gibi cümlelerime alışık ahalimin, hayatımın plansızlığına şaşırmalarıyla dalga geçercesine, 1 gün içinde pasaportumu yenilettirip; uçağımın kalkış saatine 10 saat kala vizemi alıp ve mini bir kaçamak yaptım..

Insan plan yapmak zorunda değil; sadece kısa yolları bilmesi yeterli.. Bir tanıyan ile, emniyette gerekli insanlar çay içilince işler hızlanıyor; vizeci (belki adı bu değildir ama ben öyle diyorum) artık bir endüstri.. Hatta performans bazlı fiyatlandırıyorlar: Diğerlerinden pahalı ama kesin alır; eli çabuktur; 2 günde kesin alır gibi değerlendirmeler var.. ve bir bakıyorsun tekerlekler havalanmış; o arada zaten uykuya dalınmış ve uyandığında gelinmiş..

Yediklerim, içtiklerimle beraber, gezip gördüklerimi de (belki şimdilik) kendime saklıyorum.. Sadece ilk defa, vintage kıyafetler aldığımı ve üzerindeki garip (ve belki de psikolojik) kokuyu giderdikten sonra giyerken çok mutlu olacağımı söylemek istiyorum..

22 February 2009

Seni "Yiycem" Nestle


Takıntılı olduğum şeylerden biri de, özellikle reklam metinlerinde Türkçe'nin bozulması.. Yoğunca kamuya dağıtılan bir reklamda "yiycem" lafının kullanılmasını hem zararlı buluyorum, hem de reklamın algısı beyinin hangi noktasına denk geliyorsa tüylerim diken diken oluyor; dava açmak, kazanmak, ders verme isteğiyle dolup taşıyorum.. Bunun bir denetimi olsun.. Bu duyguya ne gerek var..

5 Brand 4 selinzz



5Brand 4Selinzz
Çok eğlenceli ve akıllı..

17 February 2009

Kremalı Pasta..

Karla ilgili sevdiğim, kadercilik.. Neyle yola çıkıyorsan çık, planlar, istekler fiziksel olasılıklarla sınırlı.. Olabilecekler ve olamayacaklar ; gidilebilecek ve gidilemeyecekler var.. Kontrolünü yavaşca senden alan kremalı pasta.. Bugün rose şarapla Bebek planlarken, kırmızı şarapla yetinip, kremalı pasta manzarasına karşı oturduk.. Ve mutsuz, tepkili değilim.. Istediklerim için şartları zorlasam da, kendimi teslim edebildigim zamanlardan biri..

07 February 2009

Derdini anlatamayan çoçuk gibi..


Çığlıklara karşılık uzatılan emzik, su, mama, bez yoklaması, ateşi, teri sonucunda hala susmayan, bağırdıkça bağıran bebekler ile aynı ruh halini taşıyorum.. Tek farkı bağıran benim, kendini yoklayan benim ve kendini anlamayan benim..

29 January 2009

4 Gün Reca ve Bursa..

Geçen senenin izninden 4 gün reca ederek "tam zamanında" olacağını tahmin ettiğim tatile, aile üyeleri ile beraber dün çıktık.. Nereye gidiyorsunuz sorularını uzunca süre cevaplayamadıktan sonra annemin yönetime el koyması ve termal tatil istemesi ile Bursa'nın içine ilk defa tatil amaçlı gelmiş olduk...



Çok sıkılacağımı tahmin ettiğim tatilin ilk günü hiç beklediğim gibi geçmedi.. Ulu camii ve eski çarşıyı gezmeye başlayalım fikri ile, turistik gezi başladı..


Gezinin başlaması ile her şeyi incelemeye koyulan ben, insanlarda bir doğallık ve samimiyet olduğu keşfetmiştim ki, en az 70 yaşında olan yaşlı teyzenin elinde cep radyosunu alıp avluda kendi kendine müzik dinlediğini görünce yüzümde kocamaaan bir gülümseme belirdi

Teyze ile vedalaşıp, ipekçiler çarşına yöneldik. Çarşıda, otantik şeyler bulmaya calısırken aslında hint ve çin mallarının ne kadar her yeri istila ettiğini de fark etmiş olduk.. Neredeyse tüm dükkanlarda aynı seyler var, bir kısmı hint ürünlerinin fiyat avantajına rağmen Bursa ipek'ini hala satmaya gayretli.. Ve o kadar güzel kumaşlar, çok eski kesimlerde gömleklere dönüştürülmüş olması dolayısıyla askılarda bekliyor; muhtemelen daha çok da bekler..
Ben ise, belki bir gün terzide bir sey diktirecek sabrı bulurum diye düşünerek, bir kaç metre güzel ipek kumaşlar aldım ve bir süre de olsa kendimi 10 yıl öncesine ait hissettim..




Çarşının içerisinde bulduğumuz "Kahveci" , dükkanda bulunan eski Türk kahvesi fincanları ile sunduğu kahve ile bizi mest etti.. Avluda kahveler içildi, fallar kapatıldı.. Tadı damakta kalarak kalkıldı..

Bir süre sonra son yıllarda en iştahla yediğim köfte ile tanıştım. Ulu Camiinin tam karşısındaki Ömür Köftecisi, köfte; biber sosu; piyaz; yoğurt; ekmek; mekan ve servisten tam not alarak gerçekten kalbimde taht kurdu..

Hiç beklemediğim halde, gerçekten çok etkilendim.. Yarın yüz yıldır, yöresel kıyafetlerini koruyarak yaşayan bir köye uğramayı planladık ama uyanınca ne isteyeceğimize göre tekrar gözden geçireceğiz..

Yani şimdi bende bilmiyorum, uyumaya hazırlanıyorum: Bakalım yarın neler olacak?

18 January 2009

FriendFeed


FriendFeed'in hayatımıza girmesi ile neler olacak cidden merak ediyorum.. Şimdilik elimi korkar alıştırdım, ne Facebook; ne de blog update'lerimin friendfeed'de görünmesini istemedim ama hayatı değiştiren sitelerden biri olacak ve sosyal çevrende haberdar olmadığın bir şey kalAmayacak gibi geliyor..

E tabi aynı zamanda benim gibi saklayıcı insanları ilk etapta korkuttuğunu söylemeye gerek yoktur herhalde..

Bakalım saklayıcılar alışacak; paylaşımcılar yeni insanları da FriendFeed'e sürükleyecek mi.. Bekliyoruz ve görüyoruz:)

10 January 2009

ilk mobil post denemem

ilk denemelerim genelde beklediğim zaman oluveriyor.. Daha öncede turkcell wap portalını hatmetmem, havaalanında rötarlı uçaktan karşılamaya çalıştığım misafiri beklerken hayata geçmişti.. Şimdi bu post bir arkadaşımı beklerken bir otele sığınmış lobide beklerken hayata geçiyor.. Daha beklersem neler olur acaba?

05 January 2009

Safariye Gitmek İstiyorum


Değiştirmek istediğim bir seyler olsa gerek ki, kısa bir süre önce hiç bir etki altında kalmadan; kendi rızanızla, bu makasın, saçınızı kesmesine, "Evet" diyor musunuz sorusuna "Evettttt" diye bağıran bir çığlıkla yanıtladım.. Hemen çocuk yapalım dermişcesine de , "Bence rengini de değiştirelim" diye heyecanlı bir talepte de bulundum.. (Tabi bu tutumdan korkacak her erkek gibi, kuaförümde korktu ve saçımı boyamadı (ciddiyim...)) Sonuç olarak evlilik oldu; saçlar artık omuzda ama çocuk için kuaförümüzün hazır hissetmesini bekliyoruz..

Neyse asıl konu şu ki, bu değişlik iki hafta beni oyaladı ancak bugun son kullanma tarihiymişcesine bir anda yeni bir değişiklik ihtiyacı pörtledi... Saçla ilgili yapılacak değişiklik kalmadı; öyle evin duvarı, masası, lambası pek ilgi çekmiyor.. Daha ziyade safariye gitmek; gizli bir görevde çalışmak; ajan olmak gibi çoook kökten değişikliklere ilgi duyuyorum..

Hadi hayırlısı...

04 January 2009

Hepsini İstiyorum


Bir süredir Manolo Blahnik'lere olan ilgi kaybını çıkarıp; bugünle toplayıp, beşle çarpın.. Özetle yine aşık oldum; hepsini istiyorum...

22 December 2008

Ankara Çıkarması



Haftasonu yapılan Ankara çıkarması ile özlediğim bir sürü kişiyi; hem de kalabalık bir aile olma hissini içime çekip, gıdım gıdım nefes vererek kendime karama döndüm ama doyamadan..

Kuzenlerim; anneannemin yemekleri; yemek sonrası kahveleri; teyzemin kekleri; kardeşimin uykulu suratı; dayımın samimi sohbeti; Uludağ kebapçısı; Karum'da alışveriş; Tunalı'da yürüyüş; eski kuaför ziyareti; kuzenimin doğum günü yemeği; anaokul- üniversite arkadaşları; Cafe des Cafes'ye merhaba; Aspava'da gece mideyi şişirmece ve yeni gözdem Hok's da iki gece ancak bu kadar sürede yapılırdı ve yapıldı..

Cuma akşamı habersizce gittiğim kuzenimin doğum günü yemeğinde vermesini beklediğim tepki yerine "merhaba" demesi dolayısıyla, istediğim tepkiyi elde edene kadar ısrarla süpriz yapma deliliğine tutulmam an meselesi:)

Uludağ kebapcısının hala aynı lezzeti her seferinde tutturması ve aynı personeli korumasının, Ankara'ya gidilince insanı evde hissettirdiğine karar verdim bu sefer..


Bunların dışında, Ankara'da bir nevi Lucca veya Kitchennette görevi yapan Hok's Ankara'ya çok yakışmış ve Ankara'lılara "şekil" yapmadan eğlenme fırsatını sunmuş.. Kimsenin kimseyle bulaşmadığı; herkesin kendi eğlencesinin derdinde olduğu son derece keyifli bir yer olmuş.. Hatta o kadar keyifli olmuş ki, "Tadı damağımda kaldı" yazan bir notu yazıp panoya asmadan edemedim.. Duvarda görürseniz bilin ki, ben yazdım:)



Yapımda emeği geçen herkese teşekkürler...

15 December 2008

Bu Hikaye Bitmemiş


Filmler hakkında yazmaktan çok hoşlanmıyorum aslında, bir de gündemi meşgul etmişse, bir de ben eklenmek istemiyorum genel olarak... Ama bu yaptığım bir film eleştirisi; beğenisi değil benim için, o yüzden varsayın ki Issız Adam dememişiz adına; hepimizin ortak bir arkadaşı varmış Alper ve Ada

Aslında cidden hepimizin ortak arkadaşları varmış; adı Alper yerine Ahmet'miş, Ada yerine Ayşe'miş; oymuş buymuş.. Ama özünde hepimizin hayatı sarsılmış; Ada'ların bile enerji katamadığı, hayatı anlamlandıramadığı virüslü bünyeler varmış. Ada'lar; yeni bir yöntem ile hayat kurtaracak doktor edasında, önlüklerini giyip hevesle Alper'leri masaya yatırmış ama dirençli hastanın doktor ayağına gitse de, iyileşmezmiş.. Alper'ler iyileşmemiş; Ada'lar çıkmış hasta yakınlarına çok üzgünüm demiş; meslektaşları ile efkarlanmış.. Bu hikaye burada noktalarınken, her saniye bir yenisinin başlaması ve benzerinin noktalanması ile sürüp gitmiş..

O yüzden bu hikaye, bu yüzyılda hiç bitmemiş...

05 December 2008

Vodafone 3G Reklamı

Bu aralar en sevdiğim reklam Vodafone 3G reklamı.. Sürekli izlemek istiyorum!

23 November 2008

Tiyatro

Istanbul'a taşındığımdan beri tiyatroya gidemiyorum cümlesini kurmamla ; peş peşe iki oyuna gitmem bir oldu.. Keşke daha önce o lafı söyleseydim; bir sürü oyun kaçırmasaydım..

İlk olarak ; bir iş ortağımız BKM'de oynanan Çok Güzel Hareketler Bunlar'a davetiye gönderdi.. O gün; o iş yoğunluğunda; her seyi 45 dakika kala bitirip sonra Maslak trafiği kabusunu da atlatıp nasıl yetiştik bilmiyorum.. Oyuna gelince; izleyicilerle bütünleşen, konuşulan, yorum yapılan, interaktif bir izle; eğlen; unut gösterisi.. Güzel zaman geçirip eve gülümseyerek dönmelik..

Bugünde aslında başkası için alınan ama kendisinin işi cıktığı için gidemediği Ali Poyrazoğlu'nun İçimdeki Timsah oyununa gittim.. Oyun ara verilmeden; 2 saatten uzun süren, tek kişilik bir oyun olmasına rağmen; Ali Payrozoğlu'nun ses tonu ve anlatma kabiliyeti ile benim dikkatimin bile dağılmamasını sağladı.. Bu oyunda İzle; Düşün; Düşün şeklindeydi bence ama şimdi düşündüm ve beni düşündürenleri eksik anlatacağımdan korkarak burada anlatmamaya karar verdim..

Ama uzunca süredir gidemediğim tiyatro ihtiyacım gitti mi derseniz; gitmedi aynen duruyor çünkü hala sahne, dekor, detayları ile bir hayalin canlandırıldığı bir oyunu göremedim.. Sanırım tiyatro benim için, samimiyet ve interaktif bir ortamdan ziyade masalsı bir anlatımı ifade ediyor.. O ifadeyi bulmak için de, sanırım önümüzdeki haftalarda çaba göstereceğim

14 November 2008

Kazayla...

Duygu dünyamda kazayla birine vurdum ve öldü..
Ama zaten uzunca bir süre önce ölmesi gerekliydi..

Katil miyim, kahraman mıyım doğru ile yanlışın karıştığı garip bir ruh hali..

Dünya normlarında suçlu iken; kişisel dünyamda oldukça haklıyım.. Ama hayat ne dünya normları ile dönüyor; ne de kişisel dünyan hayata hükmediyor. O yüzden nereye, nasıl koyacağımı bilemediğim bir duyguyu, acilen ülkesine dönmesini hayal ederek bu gece evimde misafir ediyorum..

07 November 2008

Bond James Bond


Coca Cola Zero'nun düzenlediği James Bond Quantum of Solace gösterimi ile bu gece çok keyifli zaman geçirdim.. Aslında sadece filmden olduğunu söyleyemeyeceğim; ambiyans; organizasyon; çıkışta verilen çantaya oturtulan Coca Cola Zero; içerideki kalabalık çok keyifliydi..

Filme gelince, önceki James Bond serilerinden farklıydı.. Aksiyon yönü ağır basıyordu.. Sevgili Bond'un kullandığı küçüklüğümden beri birini benim icat edeceğimi hayal ettiğim gadget'lardan pek (belki hiç) yoktu.. Asıl en ilginci Bond pek çapkınlık yapmamasıydı.. O sebeple film bittiğinde, alışılandan farklı bir tad bıraktı diye cok detaya girmeden özetleyebilirim..

Sinemada izlenir mi derseniz ; gerçekliğini sorgulayan insanlardan değilseniz; bence evet, izlenir..

Bond James Bond :)

06 November 2008

Geri Dönüş


Ne zamandır ara verdiğim sosyal, manevi ve sanal hayatıma geri döndüğüm ilk gün, adapte olmakta zorlanmadım dersem yalan söylemiş olurum.. Sanki ilk defa arkadaşlarımla buluşmuş, sanki ilk defa yeni birleriyle tanışmış; sanki ilk defa bir blog yazısı yazıyor gibiy(im)dim..

20.00 sularında hayata karışmak beni , Minority Report'ta sudan çıkan kahinin şapşallaştığı sahnede gibi hissettirdi ama bisiklete binmek gibi; kısa sürede hatırlayıp , kısa sürede uygulamaya geçebiliyorsun.. Sadece biraz hamlaşmış oluyorsun, eskisini yaşamaya çalışırken yaşam kasların acıyor fakat aldırmıyor; "practice makes it better" diyip, kendini hayata katma egzersizlerini zorlayıp; eve gelince sıcak duşunu alıp üzerine kas gevşeticini sürüp yatıyorsun..

18 October 2008

Love Ward


Ve bir sabah uyandığında, bilgisayarına gelen bir Facebook grup daveti ile yıkılırsın.. Hayatına giren "özel" insanlardan birinin vefat ettiği yazmaktadır.. Inanmazsın; sabah sabah San Francisco'da yaşayan tüm arkadaşlarını ararsın.. Şaka zannedersin.. İyice gerçek zannettiğini fark edince şaka yaptık diyeceklerdir ama demezler.. Onlar demedikçe başkalarını ararsın.. Onlar da, farklı cevaplar vermez ve ne hissedeceğini bilmediğin bir boşluk kaplar içini..

Üzüntü ama öldüğü için değil; daha çok yaşamayı hak ettiği için; sıkıntı ama hayatı eğlenceli kılan birinden mahrum kalındığı için; sorgulama, yaşadıkların için değil yaşayamadıkların için... Ertelediğim geziye sonra gidemeyeceğim için değil; gitsem ona sarılamayacağım için..

Umarım bulunduğun yerde hala öyle güzel gülümsüyorsundur.. Ya da olanlara bakıp muzip muzip gülüyorsan; artık inandım ; şaka yaptık diyin..

Inanmakta güçlük çeksem de, sanırım bu gerçek..

Love Ward

02 October 2008

Hayatı Kaçırdığımı Biliyorum

Bu tatil döneminde hayatı kaçırdığımı biliyorum.. Yerine geri koyamayacağın belkide tek şey olan zamanı; olmasını istediğim yerine, olması gerekenle değerlendirdiğimin farkındayım..

Gerçekten bayramda çalışmak gerekli miydi bilmiyorum ama sorumluluk duygusu bazı insanda baskın oluyor.. Top gelince yana çekilemiyor, koşup kucaklıyor; Pazartesi olması gereken yere bırakıyor.. (Topu tuttuğu için, yandaki salıncağa binemediğini bile bile) Doğruluğunu tartışmıyorum sadece olanı anlatıyorum...

Ve bu "olan" içerisinde, insan hızlı bir değişim gösteriyor veya değişmeye yüz tutmuş noktaları bir anda çiçek açıyor olsa gerek ki, şu bir kaç günde, hayatta atmak ve tutmak istediklerim bir anda net cümlelere dönüştü.

Mesela hayatımda düşünmeden konuşan; detaysız; üstünkörü insanlar istemiyorum: Aynı işi yapmamıza rağmen, "işkolik olmuşsun sen" derken, yapacak daha keyifli bir programım olmadığı için mi çalışıyorum düşünemeyecek kadar detaysızlığı kavrayamıyorum..

İkincisi, mutsuzluğunu dile getirirken aslında, mutlu olacaklarının peşinden gitmeyi denemeyen insanlara tahammül edemiyorum..

Üçüncüsü ise, mutsuz hikayeler duymak istemiyorum... Ayrılan sevgililer, aldatılan aşıklar, korkak erkekler, yalancı arkadaşlar, çalınan eşyalar, atılan iftiralar... Belki de uçak kazaları gibi, olma ihtimali daha düşük ama olunca magazinel değeri yüksek olduğu için kendinden bahsettiren ve kartopu etkisiyle etrafı da zehirleyen hikayelerin hayatıma girişini engellemek istiyorum

Bunları yazarken de, ben mutsuz olmam; hemen çözüm bulurum, hiç bir detayı atlamam çok derin bir insanımdır; herkese hep mutlu hikayeler sunarım diyecek bir yerde de durmuyorum.. Şikayetlerimin hepsi bir gün bende olabilirim; eleştirmiyorum; aslında bir nevi ne düşündüğümü kendime anlatıyorum.. Sizde bundan nasibinizi alıyorsunuz... Hoşnut değilseniz, daha detaysız yazılarda görüşmek üzere..